Belgesel Film Kuşağı

Andrei Platonov’un distopik romanından adını alan “Çukur” (The Foundation Pit), Rus kültürünü kendi toplu mezarını inşa eden bir şekilde hayal eden bir yapıt. YouTube’da Rusya vatandaşlarının Putin’e yönelik isyan ve yakarış videolarını kurgulayan film, çağdaş Rusya’nın öfkeli, komik ve sarsıcı bir tezahürü adeta. Prömiyerini Berlin Film Festivali’nin Panorama Belgesel bölümünde yapan filmin yönetmeni Andrey Gryazev, filmin ilhâm kaynaklarını ve Rusya’daki mevcut siyasi durumu anlattı.

https://vimeo.com/391459449?embedded=true&source=vimeo_logo&owner=4442608

Redmond BaconDirectorsnotes.com

Film yapma fikri nereden geldi ve neden sadece YouTube videolarından oluşan bir film yapmaya karar verdiniz?

Son filmim olan “Yarın”ı (Zavtra) 2012’de tamamladım ve dünya prömiyeri Berlin’de gerçekleşti. Ancak sonraki projelerimde hep sorunlar yaşadım. Rus yapımcılar, bazı konuları açıkça konuşmamamı önerdiler, diğer projelerde resmi izin alamadık veya crowdfunding ile yeterli para toplayamadık. Bir dönem, “Leviathan” filminin senaristi Oleg Negin ile birlikte yazdığımız bir senaryo vardı ve 5 ülke ile büyük bir ortak yapım çalışması yaptık, ancak bir Rus yatırımcı bulamadık.

Bir noktada, evrensel ve basit bir ifade biçimi bulmak istedim. Sanki biri, çağdaş sanat sergisini ziyaret ettikten sonra “Bu kadar kolay, ben de yapabilirim” demiş gibi hissettim. Ve bu konu hep havada asılıydı. Moskova Belediye Meclisi’nin anlamsız yaz seçimleri nedeniyle bu proje yeniden gündeme geldi. Muhalefet temsilcileri aday olamadığında, insanlar taleplerini doğrudan Putin’e iletmek için sokaklara çıktılar. Bu olaylar birleştirici bir tema oluşturdu ve ben de bu insanların motivasyonunu anlamak istedim. Basit bir form oluşturmak istediğimden, kendimi yönetmen olarak çıkarmam gerekiyordu. YouTube kanallarına yönelerek Putin’e yöneltilmiş video mesajları aramaya başladım.

“Dürüst mesajlar ile TV kanallarında yayınlanan senaryolu kayıtlar arasındaki farkları görmeye başladım.”

Bütün bu videoları nasıl buldunuz ve arama süreci nasıl işliyor?

Basit bir arama sorgusuyla başladım: “Putin’e video mesajı”. Birkaç gün sonra liste sonuna geldim ve YouTube’da bu tür başka videoların olmadığı sonucuna vardım. Bu yüzden “President” kelimesinin baş harfini büyük harfle yazdım ve yüzlerce yeni video çıktı. Arama sorgusundaki bir nokta bile önemli olabilir. Gerçekten dürüst mesajlar ile TV kanallarında yayınlanan senaryolu kayıtlar arasındaki farkları görmeye başladım.

Kaç tane video kullandınız ve kullanılmayanlar ne oldu?

Oldukça uzun bir süreçti. Birkaç ay sürdü. Tam olarak ne kadar görüntü olduğunu söylemek zor, ancak canlı kayıtların süresi yaklaşık 80-90 saat civarındaydı. Bazı videolar bir dakikadan kısa sürerken, diğerleri 10-20 dakika kadar uzun olabiliyordu. Sonunda elimde binlerce mesaj vardı. İlk montaj üç saat sürdü. Heyecan vericiydi, ancak bir dönme dolapta aynı noktada durmak gibi hissettirdi. İlginçti ama hiçbir yere gitmiyordu. Son versiyonda yaklaşık 130-140 hesap videosu bulunuyor.

Kredilerde yazar, editör ve yapımcı olarak sizin adınız yazıyor. Bunun sizin kişisel bir projeniz olduğunu söyleyebilir misiniz?

Filmi, Rusya’daki otoriteler tarafından “yapılmış” bir materyal olarak nitelendirebiliriz. Bunu aslında Rusya vatandaşları çekti. Ben sadece onu güzel bir ambalajda paketledim ve mesajları sinema dilinde tercüme ederek çevirdim. Her videonun adını, YouTube’da yüklendiği tarihi ve görüntülenme sayısını mutlaka veriyorum. Bu, bu insanlara bir saygıdır. Onlar olmadan, bu film olmazdı. Tüm videoların %90’ı, herhangi bir kişinin bu videoyu görür görmez herkese iletebileceği ve herhangi bir şekilde dağıtabileceği bir mesaj içeriyordu.

Neden filminiz LGBT perspektiflerini içermiyor?

Bu konular, başkanlık mesajlarında yer almadı. LGBT topluluğu uzun zamandır korkutuldu, parçalandı ve internetten silindiği için herhangi bir kamusal alana girmekten korkuyor. Örgütlü bir topluluk, medya alanında mevcut değil. Eskiden dedikleri gibi: “SSCB’de seks yok!”

“’Güçlü bir devlet inşa ediyoruz’ sloganı, yetkililerin zayıf insanlara ihtiyacı olmadığını söylüyor.”

Filmin yapımı sırasında duygusal değişiklikler yaşadın mı? Rusya’daki yapısal sorunlara yönelik görüşlerinde bir değişiklik oldu mu? Şimdi daha kötü hissediyor musun yoksa filmi tamamladıktan sonra yeni bir umut duygusu mu oluştu?

Bu konuya başladığımda, iktidar yapısının görevlerini ve yetkililerin halka hitap etmek için kullandığı dilin yapısını iyi biliyordum. Yetkililer uzun zamandır şeyleri doğru adıyla çağırıyorlar. “Güçlü bir devlet inşa ediyoruz” sloganı, yetkililerin zayıf insanlara ihtiyacı olmadığını söylüyor mesela. Bir tür doğal seçilim. En güçlü olanlar hayatta kalır ve sadece en güçlüler güçlü bir devlet kavramına dahil edilir, diyor. Biz zaten 90’larda olan veya 2000’den 2020’ye kadar geçen süredekinden farklı bir ülkede yaşıyoruz.

Platonov’un romanındaki SSCB / Rusya’nın özü hakkındaki fikirlerine katılıyor musunuz? Yoksa Rusya’nın geleceğini daha olumlu bir şekilde mi görüyorsunuz?

Sadece katılmakla kalmayıp, sempati de duyuyorum. Daha parlak bir geleceğe inandıkça, onun altında daha derin bir çukur kazıyoruz. Biz bu çukurun dibindeyiz. Ufuk bizden uzaklaşıyor ve artık ona ulaşmak mümkün değil.

Son olarak, Rusya’daki bağımsız belgesel filmlerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Rusya’da bağımsız sinema sadece Batılı ülkelerle ortak yapım sayesinde varlığını sürürüyor. Ancak bu trend değişebilir. Bana göre gelecek farklı olacak -özellikle filmlerin yaratılış hızı, çünkü zamanımızdaki dokular hızla değişiyor ve yok oluyor. Bağımsız gazeteciliğin neredeyse olmadığı bir ülkede, belgesel filmler bu boşluğu doldurmalı, burada ve şimdi yaşamı kaydetmeli ve yansıtmalı. Bu, gelişmesinin ana koşulu. Konuların benzersizliği ve sorunlara bakış açısı. Bu bizim avantajımız ve dünyadaki en büyük farkımızdır.

11 Haziran’da “Aşk, İsyan, Özgürlük” kapsamında gösterilecek “Çukur” için bilet bilgisine buradaki linkten ulaşabilirsiniz.

*Bu söyleşi Mart 2020’de Directorsnotes.com‘da yayınlanmıştır.

Yıllar sonra açılan bir aile arşivi, 1944’te Ravensbrück toplama kampında iki kadın arasında başlayan bir aşkın samimi kayıtlarını sunuyor.

Teo Bugbee / New York Times*

Hayatının çoğunda Sylvie Bianchi için, büyükannesinin Ravensbrück toplama kampındaki esaret dönemine ilişkin kayıtlara bakmak çok acı verici görünüyordu. Sylvie, büyükannesinin mektuplarını, günlüklerini, fotoğraflarını ve ev filmlerini ailesinin Fransız çiftliğinin çatısında yıllarca sakladı. “Nelly & Nadine” belgeseli, Sylvie’nin sonunda tozlu kutuları açarak, içinden şaşırtıcı bir aşk ve direniş öyküsü çıkarmasını anlatıyor.

Sylvie, büyükannesi Nelly Mousset-Vos’un Fransız Direnişi için casusluk yapan bir opera şarkıcısı olduğunu öğrenir. Nelly, 1944’te Ravensbrück’te hapsedildi ve orada, Paris’te edebiyat çevrelerinde çalışan ve muhtemelen direniş çabalarına katılan Nadine Hwang ile tanıştı. Birbirlerine aşık oldular. Sonra ayrıldılar, ancak savaştan sonra birlikte Venezuela’ya taşındılar. 1972’de Nadine’in ölümüne kadar bir çift olarak yaşadılar ve Nadine filmde de izlediğimiz ev filmlerinde, birlikte geçirdikleri hayatı belgeledi. Yönetmen Magnus Gertten’in sorularına oldukça samimi yanıtlar veren Sylvie, Nadine’i hatırladığını, ancak Nadine’den yalnızca büyükannesinin arkadaşı ve ev arkadaşı olarak söz edildiğini söylüyor.

Bu, belgeselde gösterilen belge miktarı göz önüne alındığında, oldukça şaşırtıcı bir aşk hikâyesi. Gertten, Nadine’i ilk kez, kamptan kurtarılmalarının ardından İsveç’e sığınan mültecilerin haber filmi görüntülerinde teşhis ediyor. Yüzlerce neşeli yüzü ve Nadine’i kalabalığın içinde tek başına kasvetli bir figür olarak yakalayan bu görüntü tek başına bile dikkate değer.

Ancak Nelly ve Nadine’in kayıtlarının Nelly’nin ailesi tarafından korunmuş olması da eşit derecede mucizevi bir durum – tarihsel olarak, kadınlarla aşk yaşayan kadınlara nadiren tanınan bir arşivsel bir nezaket. Film, kendisi kadar beklenmedik bir arşivi tasvir ettiği için dokunaklı bir yapımdır.

Ancak Nelly ve Nadine’in kayıtlarının Nelly’nin ailesi tarafından korunmuş olması da aynı derecede mucizevi – tarihsel olarak konuşursak, kadınları seven kadınlara dair pek sık rastlamadığımız arşivsel bir nezaket. Film, tasvir ettiği mahremiyetle ilerliyor ve peşine düştüğü aşk hikâyesinin kendisi kadar olağan olmayan bir arşivi açıyor.

4 Haziran’da “Aşk, İsyan, Özgürlük” seçkisi kapsamında gösterilecek “Nelly & Nadine” için bilet bilgisine buradaki linkten ulaşabilirsiniz.

*Bu yazı, Aralık 2022’de The New York Times‘ta yayınlanmıştır.

Lynne Sachs’ın prizmatik ve psikodramatik aile portresi Baba Denen Kişi Hakkında Film” (Film About A Father Who), aileyi anlamak için soy ağacına bakmanın yeterli olmayacağını söyleyen sarsıcı ve şiirsel bir deneme.

Belgeselden deneysel kısa filmlere ve hibrit canlı performanslara, tek bir türe sıkıştıramayacağımız çeşitlikte işler üreten Amerikalı yönetmen, sanatçı ve şair Lynne Sachs’ın 2020 yapımı filmi Baba Denen Kişi Hakkında Film” (Film About A Father Who), sadece parçalanmış bir aile albümü değil, aynı zamanda Sachs’ın film yapımcılığının yıllar içindeki gelişiminin de bir belgesi.

Film About A Father Who (2022)

Sachs, adını Yvonne Rainer’ın 1974 tarihli avangard başyapıtı “About a Woman Who…”dan alan filminde, bugün seksenli yaşlarındaki asi ve uçarı babası Ira’nın kilitlerini çözüyor. Pek de istikrarlı olmayan aile hayatına derinden bakarken, bir çocuğu ebeveynine ve kardeşlerine bağlayan bağı da anlamaya çalışıyor.

Ira Sachs Sr. – Film About A Father Who (2022)

Ira Sachs Sr., sıradan bir baba değil. “The Big Lebowski”deki The Dude’un eski bir versiyonuna benziyor. Büyük jestleri ve neşesiyle bulunduğu her yerde dikkatleri üstüne çeken bir hippi ve iddialı ticari girişimleri olan bir iş adamı. Ve aynı zamanda, altı farklı kadınla birlikteliğinden, bugün 30 yaşın üzerinde olan -bazıları birbirinden yıllarca habersiz büyümüş- dokuz çocuğa sahip bir baba.

Lynne Sachs – Film About A Father Who (2022)

Kardeşlerin en büyüğü de olan Lynne Sachs, 1984’ten beri babasını kaydediyor. 8 ve 16 mm film görüntüleri, video kasetler ve yakın dönemden başlayarak da dijital materyalleri toparlıyor ve on yıllara yayılan bu görsel hafızadan deneysel olduğu kadar son derece kişisel bir belgesel çıkarıyor.

Bir yüzün kübist temsillerinden yola çıkarak babasının çok yönlü, bazen çelişkili görüntülerini sunan Sachs’ın bu sinematik araştırması, kameraların önünde kendini açıkça gösterse de, özel hayatında gizemli ve görünmez olan bir adamı betimliyor.

Film About A Father Who (2022)

Sachs, görünüşte alçakgönüllü ve seyirciye de kendini çok yakın hissettiren baba figürüne, bütünüyle acımasız olmasa da, onun için çok da kolay olmayan bir açıksözlülükle yaklaşıyor. Filminin yapısını da, karakterine dair yürüttüğü bir soruşturma şeklinde kuruyor ve tabii, filmin sonlarında ortaya çıkan, çocuklarından sakladığı iki çocuğunun ailede yarattığı şokla.

Sachs’ın dilbaz ve ketum babasını duygusal bakışla sorgulaması, onu tekrar tekrar çocukluğunda veya genç yetişkinliğinde çekilmiş bulanık video kasetlere geri getiriyor ve bu videolarda babasının davranışları için bir açıklamanın işaretlerini arıyor.

Babalık ve erkeklik üzerine bir meditasyonla ilerleyen Sachs, hem kendine ve hem de izleyiciye derinin altına, yansıtılan gerçekliğin ötesine bakma fırsatı tanıyor. Şaşırtıcı gerçekler ortaya çıktıkça, babası hakkında hiç ummadığı şeyleri öğreniyor.

Film About A Father Who (2022)

“Kaybolduğunu bile bilmediğin bir şeyi nasıl arayabilirsin?” diyen Sachs, yıllarca habersiz olduğu ve benzer zamanlarda büyümüş iki üvey kız kardeşine atıfta bulunarak, ormanda oynayan küçük üvey erkek kardeşlerinin 90’ların başındaki görüntüleri üzerine kafa yoruyor.

Sachs, keşfettiği şoke edici ifşaatlara rağmen filmini bir yumruğa dönüştürmüyor ve babasına olan sevgisini aktarmaya özen gösteriyor. Babasının uzun yıllar boyunca çekilmiş uzun metrajlı polifonik portresi olan film; nihayetinde bu adamın özünde bilinemez olduğunu, gizemlerinin bir kamera tarafından yakalanamayacak kadar geniş olduğunu gösteriyor.

Screen Daily’den Jonathan Romney filmi, “Cesareti, dürüstlüğü ve amacıyla müthiş! Deneysel, son derece kişisel işler üreten bir yönetmenin devam eden iş akışındaki bir bölüm gibi” sözleriyle tanımlıyor. Documentary Weekly’den Benjamin Hollis de “Sachs’ın bugüne kadar ki en büyük başarısı. Sonunda benimle birlikte kalan eşsiz, parlak bir film” diyor.

2020’de Slamdance Film Festivali’nin açılış filmi olarak dünya prömiyerini yapan film, The Museum of Modern Art’ın Doc Fortnight programında gösterildi ve Sheffield Doc/Fest’te Sachs’a özel hazırlanan bir retrospektifle birlikte uluslararası prömiyerini gerçekleştirdi.

Ira Sachs ©Henny Garfunkel

Filmin bir de sürprizi var: Lynne’in kardeşlerinden biri, babasıyla aynı adı taşıyan Amerikalı yönetmen Ira Sachs. Türkiye’de özellikle 2012’de “Keep the Lights On” (2012) ile tanıdığımız, “Love Is Strange” (2014), “Little Men” (2016) ve Berlinale’de yarışan son filmi “Passages” (2023) gibi filmlerle başarısını sürdüren Ira Sachs, kardeşi Lynne’in arayışına kısa da olsa ortaklık ediyor.

Kundura Sinema’nın “Aşk, İsyan, Özgürlük” seçkisinde 4 Haziran’da gösterilecek “Baba Denen Kişi Hakkında Film” için bilet bilgisine buradaki linkten ulaşabilirsiniz.

Lynne Sachs ©Inés Espinosa López

Lynne Sachs: Memphis doğumlu ve Brooklyn merkezli işer üreten deneysel sinemacı ve şair. Hareketli görüntü çalışmaları, belgesellerden deneme filmlerine, deneysel kısa filmlere ve hibrit canlı performanslara kadar uzanıyor. “Tip of My Tongue”, “Your Day is My Night”, “Investigation of a Flame” ve “Which Way is East”in de aralarında olduğu 30’dan fazla film yönetti.

Kundura Sinema’nın Aşk, İsyan, Özgürlük adlı belgesel film seçkisinde gösterilecek “Nelly & Nadine”, 1940’larda toplama kampında başlayan bir ‘yasak aşk’ın peşinde iki kadının dokunaklı yolculuğunu izliyor. Filmin yönetmeni Magnus Gertten, filmin çıkış hikâyesini ve zorlu geçen yapım sürecini anlattı.

Nadine Hwang ve Nelly Mousset-Vos ©The Mousset-Vos Ailesi Arşivi

Nelly & Nadine’in doğuş hikâyesi nasıl başladı?

Aslında 2007 yılına kadar uzanıyor. Bu, doğduğum şehir de olan Malmö’deki tarihi bir olayı araştırmaya başladığım yıldı. II. Dünya Savaşı’nın sonunda, Nazilerin Almanya’daki toplama kamplarından kurtarılan yaklaşık 15.000 kişi, birkaç ay boyunca İsveç’e sığınmıştı. Kurtulanlar, özgürlüklerinin ilk adımlarını Malmö’nün limanında atmışlardı. Özellikle 28 Nisan 1945, İsveç medyası tarafından dikkatlice belgelenen günlerden biriydi. En iyi film fotoğrafçıları, kampların dehşetinden yeni kurtulan insanların çarpıcı görüntülerini yakın plan çekebilmek için oradaydı. Malmö’de çekilen arşiv görüntüleri yaklaşık 40 dakika uzunluğundaydı ve türü itibarıyla eşsiz malzemelerdi. Filmlerdeki yüzler, doğduğum şehrin limanında duran bu yeni özgürleşmiş insanlar beni büyüledi. Kendime şunu sordum: Acaba bu insanları, neredeyse 70 yıl sonra, tanımlamak mümkün olabilir mi?

Nadine Hwang, hayatta kalan diğer kişilerle birlikte 28 Nisan 1945’te Malmö’ye varıyor. ©Nils A. Blanck

Böylece uzun bir film yolculuğu başladı ve bu yolculuk, iki farklı belgesel film çıkardı ortaya: “Harbour of Hope” (2011), İsveç şehrinin 1945 yılında kurtulanlara nasıl baktığını anlatan büyük bir hikâyeyi anlatırken; “Every Face Has a Name” (2015) de, anonim yüzlerin arkasındaki isimleri bulma konusunda kavramsal bir misyon üstlendi. Gururla söyleyebilirim ki bu iki film, dünyayı dolaştı ve ödüller topladı.

Sylvie Bianchi ©Caroline Troedsson

28 Nisan 1945 tarihli görüntülerde kimleri tespit ettiniz?

Arşiv görüntülerindeki insanlar farklı geçmişlere sahipti; bunlar arasında Yahudiler, Belçika direniş üyeleri, İngiliz ajanları, Norveç direnişçileri ve yeni doğmuş bebeklere sahip Polonyalı kadınlar bulunmaktaydı. Kurtulan birçok insanın hikâyesini tespit etmeyi başardık.

Limandaki görüntülerdeki en gizemli kişilerden biri, ahşap bir çit önünde duran, çizgili bir kamp üniforması giymiş Çinli bir kadındı. Diğerleri açıkça mutlu olduğu halde, o çok ciddi bir yüz ifadesine sahipti. İki belgeselimizin kurgusu sırasında, hep bu etkileyici kadının görüntülerine döndük. O an ne düşünüyordu? Savaştan sonra onun hikâyesi neye dönüştü?

Nelly ve Nadine’nin hikâyesini nasıl öğrendiniz?

İlk önce, o gizemli kadının ismini -Nadine Hwang- öğrendik ve “Every Face Has a Name”i tamamlamamızdan bir yıl sonra bu hikâyeye dönüp, savaştan sonra ona neler olduğunu keşfettik. Paris’te yaşayan bir Venezuelalı kadın, sosyal medyada yayınladığımız arama ve yardım çağrımızı gördü ve bize yazdı. 60’ların sonunda henüz bebekken, Nadine Hwang’ın Venezuela, Caracas’da onun bakıcısı olduğunu söyledi.

Nadine ile ilgili son eksik parçalar, 2016’nın sonlarında Paris’te “Every Face Has a Name”in bir gösterimine katıldığımda ortaya çıktı. Orada, Sylvie ve Christian adlı çiftle tanıştım. Sylvie’nin büyükannesi de olan Nadine Hwang ile Belçikalı şarkıcı Nelly Mousset-Vos arasındaki ilişkinin tüm hikâyesini anlattılar ve evlerinin çatısında, kamptan kalan yıllara ait bir günlüğün de aralarında olduğu arşiv hazinelerinden söz ettiler. Aniden, 1945 arşiv görüntülerine ilişkin başka büyük bir hikâye belirdi ellerimde. Bu arşivden başka bir film yapma hayalinde asla bulunmamıştım, ancak bu hediyeyle ilgilenmem gerektiği de ortadaydı.

Nadine Hwang ve Nelly Mousset-Vos ©The Mousset-Vos Ailesi Arşivi

Son olarak ne söylemek istersiniz.

“Nelly & Nadine”, tarihe ve müziğe duyduğum merakı özgürlük, aşk ve kendin olma hakkı için mücadele eden insanların hikâyelerini anlatma tutkusuyla birleştirme imkânı sağladı bana. Ve bir kez daha fark ettim ki, dünyadaki en ayrıcalıklı işe sahibim.

4 Haziran’da “Aşk, İsyan, Özgürlük” kapsamında gösterilecek “Nelly & Nadine” için bilet bilgisine buradaki linkten ulaşabilirsiniz.

Magnus Gertten

Magnus Gertten: İsveç’in Malmö şehrinde yaşayan ödüllü yönetmen ve yapımcı. TV ve radyo gazetecisi olarak çalıştığı dönemlerde İsveç Ulusal Radyo ve İsveç Televizyonu (SVT) için filmler çekti. Oyuncu Lennart Ström ile birlikte kurduğu Auto Images yapım şirketi çatısı altında projeler üretmeye devam etmektedir. Önemli filmleri arasında “Get Busy” (2004), Silverdocs/AFI Festivali’nde En İyi Müzik Belgeseli Ödülü’nü almış “Rolling Like a Stone” (2005), 2009’da Hamptons Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü’nü kazanan “Long Distance Love”, Krakow Belgesel Festivali’nde Özel Jüri Ödülü alan “Harbour of Hope” (2012), IDFA 2015’te Fest’in En İyileri bölümünde gösterilen “Every Face Has a Name” (2014) ve kardeşi Fredrik Gertten ile birlikte yönettiği “Becoming Zlatan” (2015) bulunmaktadır. 2017 yılından bu yana, Malmö Üniversitesi’nde fahri doktor unvanına sahiptir.

Koreografisiyle modern dansta devrim yaratan Pina Bausch, Beykoz Kundura’nın bu yılki Dünya Dans Günü kutlamalarının odağında. 29 ve 30 Nisan tarihlerinde Kundura Sinema’da gerçekleşecek “Dans Aşkına: Pina Bausch” adlı program kapsamında gösterilecek “Dancing Pina / Dans Eden Pina” adlı belgesel, efsanevi dansçının sanatını ve bugün onun çalışmalarını yorumlayan insanları kutluyor.

Yönetmen Florian Heinzen-Ziob‘un yönettiği 2022 yapımı film, Bausch’un mirasından geriye ne kaldığının sorusu peşinde, modern dans dünyasına ve ötesine görsel olarak yoğun ve duygusal bir bakış sunuyor.

Dünyanın dört bir yanından genç dansçıların Pina’nın benzersiz koreografik stilini nasıl yeniden keşfettiğini anlatan film, Avrupa ve Afrika’daki iki dans projesini takip ediyor: Almanya, Dresden’deki saygıdeğer Semperoper ve Senegal’in Dakar şehrinin yakınlarındaki bir balıkçı köyündeki École des Sables. Genç dansçılara Pina Bausch’un Tanztheater kumpanyasının eski üyeleri rehberlik ediyor. Ancak Pina öylece kopyalanabilecek biri değil.

Dansçılar, Pina’nın koreografilerini bedenleriyle ve kendi hikâyeleriyle yeniden yaşamak zorunda. Dansçı olamayacak kadar uzun olduğu varsayılan Güney Koreli Sanguen Lee gibi. Veya Nijerya’dan Gloria Ugwarelojo Biachi, eşitlik mücadelesini temsiliyetinde dansı kullanan… Ya da homofobik önyargıların üstesinden gelmek zorunda kalan ABD’li Julian Amir Lacey gibi…

Film, büyüleyici bir metamorfoz yaratıyor: Sokak dansı, klasik bale ve geleneksel ve çağdaş Afrika dans formlarının icracıları Pina’nın işlerini dönüştürürken, Pina’nın koreografileri de dansçıları dönüştürüyor.

Dansçılar ve koreograflarla yapılan röportajlar, orijinal prodüksiyonlardan klipler ve modern bir görünüm, Pina Bausch’u ve dehasını hayata döndürüyor. Ve film boyunca ruhu dansçıların üzerinde geziniyor ve soruyor: Öleceğinizi bilseydiniz nasıl dans ederdiniz?

Sahnede ve özellikle, Senegal kıyısındaki Toubab Dialaw kasabasındaki muhteşem görüntüleriyle desteklenen film, dansçıların hayatlarına ve hareketin ifade gücüne dair büyüleyici içgörüler içeren bir yolculuğa çıkarıyor.

Dans Eden Pina’yı, “Dans Aşkına: Pina Bausch” programı kapsamında 29 ve 30 Nisan 2023 tarihlerinde Kundura Sinema’da izleyebilirsiniz.