Mustafa Kemal Emirel ve Yiğit Özatalay’dan oluşan başarılı piyano-davul ikilisi Yürüyen Merdiven, sessiz filme canlı eşlik için bir kez daha Kundura Sinema’da sahne alıyor. Almanya Caz Ödülü sahibi saksofon sanatçısı ve besteci Angelika Niescier’in de ikiliye eşlik edeceği gecede, Asta Nielsen’ın başrolünde olduğu “Uçurum” (The Abyss, 1910) ve “Kara Rüya” (The Black Dream, 1911) adlı filmler perdede seyirciyle buluşacak. Gösterim öncesi Yürüyen Merdiven‘e son çalışmalarını ve o gece bizi neler beklediğini sorduk.
Çok güzel bir his elbette. 20 yıl boyunca 3 stüdyo albümü 1 canlı performans albümü yayınladık, bu bizim için büyük bir iş. Yükselen değerler ve “trend”lerden çok içimizdeki müziği ve sağduyumuzu dinledik, ayrıca içinde yaşadığımız topluma dair de bir şeyler söylemeye çalıştık… Arkamıza baktığımızda epey yol katettiğimizi düşünsek de hâlâ yapacağımız çok iş, deneyeceğimiz çok yol var.
Müziğimizi diğer sanat dallarıyla ve hayatla bütünleştirmek bizi mutlu ediyor. Hanns Eisler’in dediği gibi, sadece müzikten anlayan, müziği de anlayamaz. Müziğin saf müzik olarak soyutluğu elbette çok güçlü, ancak söz veya görüntü gibi somut öğelerle birleştiğinde anlatım gücü kat kat artıyor. Dolayısıyla evet, disiplinler arası projelerde yer almaya devam etmek istiyoruz.
Bu fikir dostumuz Devrim Dikkaya’dan çıktı ve onun çabalarıyla hayata geçti diyebiliriz. 4 yıllık bir besteleme sürecine girdik ve özenli çalıştık. Ceylan’ın estetiğiyle uyumlu, bütünlüklü bir iş çıkardığımızı düşünüyoruz. Şu ana kadar ürettiğimiz işler içinde en keyif aldığımız çalışmalardan biri oldu.
Müziği drama ile birleştirmek çok geniş bir konu ve farklı yaklaşımlara açık. Dolayısıyla her yeni film ufkumuzu genişletiyor, bu konudaki deneyimimizi artırıyor. Beykoz Kundura’da bundan 5 yıl önce yaptığımız sessiz film üzerine canlı performansı hatırladığımızda o zamandan bu yana çok yol katettiğimizi ve geliştiğimizi görebiliyoruz.
Nuri Bilge Ceylan’ın İklimler’i güzel bir seçenek olabilir…
Zengin bir içerik hazırlamaya çalıştık. Elbette bu içeriğin sunumu da büyük dikkat gerektiriyor kendi açımızdan. Başta bu filmleri nasıl müziklendireceğimiz konusunda kaygılı olduğumuzu itiraf etmeliyiz, ama üzerine çalıştıkça birçok yöntem ve ayrıntılandırma imkânı bulduk. Umarız bizim kadar izleyici de keyif alır.
Angelika ile yolumuz ortak bir arkadaşımız (Eloisa Manera) sayesinde kesişti. Onun 2017’de Tarabya Kültür Akademisi’nde çalışmalar yapmaya geldiği sırada ve de ertesi yıl birlikte birkaç konser yaptık ve çok iyi bir iletişim yakaladık. Öyle ki, son iki albümümüzde Angelika’yla kaydettiğimiz birer parça bulunuyor. Bu proje için Kemal ve ben müzikal malzemenin seçimi ve dramayla birleştirilmesi konusunda uzun bir ön çalışma yaptık ve Angelika’yla tıpkı bir yönetmen-oyuncu ilişkisinde olduğu gibi, net yönergeler üzerinden iletişim kurduk.
18 Şubat Pazar akşamı Kundura Sinema‘da gerçekleşecek gösteri için detaylar ve bilet için buradaki linke tıklayınız.
Kundura Sinema’nın kapıları yine benzersiz bir gösterimle yeni sezona açıldı. Caz efsanesi Okay Temiz ile piyanist Kubilay Kan’ın canlı performansları eşliğinde gösterilen 1921 yapımı sessiz film klasiği HAMLET, Kundura Sinema’nın 2023-2024 sezonunu açtı.
Kundura Sinema’nın “Sinemanın İlk Divası” seçkisinde filmleriyle konuk olacak Asta Nielsen’ın 1921’deki benzersiz “Hamlet” performansından yola çıkarak sinema ve sahnede Hamlet’i canlandırmış kadın oyuncuları hatırlayalım istedik.
Shakespeare’in evrensel karakteri Hamlet’in cinsiyeti aslında yüzyıllardır tartışma konusu olmuştur. Onun “erkeksi olmayan kederi”, Viktorya dönemi eleştirmenleri tarafından “efemine” bulunuyordu.
18. yüzyılın ortalarından başlayarak kadınların Hamlet’i canlandırması başlangıçta şok etkisi yaratsa da, bu “sıradışı yorum”lar bir süre sonra kabul edildi. Bir eleştirmenin de dediği gibi, “Kadınlar, erkekliği taklit etmek yerine karakteri evrenselleştiriyorlar” ve böylece belki de, cinsiyetlerden bağımsız olarak ‘herkesin bir Hamlet olduğunu’ hatırlatıyorlar.
Tarihte Hamlet’i oynayan ilk kadın oyuncu Fanny Furnival’dı ve 1741’de Dublin’deki Smock Alley Tiyatrosu’nda Hamlet’i canlandırdı.
1775’te henüz 17 yaşında olan Sarah Siddons, taşra yapımlarında dokuz kez Hamlet’i oynadı ve tüm kariyeri boyunca bu rolü oynamayı sürdürdü.
1820’de Sarah Bartley, New York’taki Park Theatre yapımı oyunla Amerika’daki ilk kadın Hamlet oldu.
19. yüzyılın ünlü Hamlet’lerinden biri, 1851’de New York ve Boston’da Hamlet’i oynayan Charlotte Cushman’dı.
Nellie Holbrook, 1880’de New York’ta Hamlet’i canlandırdığında, The New York Mirror ağır eleştirilerde bulundu ve “Bu kesinlikle erkeksi bir karakter ve ne kadar yetenekli bir oyuncu olursa olsun, bir kadın tarafından oynanması uygun değildir” dedi.
Fransız oyuncu ve tiyatro yönetmeni Sarah Bernhardt, Hamlet’i 1899’da Paris ve Londra’da sahnede canlandırdır. 1900’de rol aldığı “Le duel d’Hamlet” adlı 2 dakikalık kısa filmde Hamlet’i oynayan Bernhardt, Danimarka prensini beyazperdede canlandıran ilk kadın oyuncu oldu.
Sinemanın ilk uluslararası yıldız oyuncusu Danimarkalı Asta Nielsen de beyazperdede Hamlet’i canlandırdı. 1921 Almanya yapımı “Hamlet” adlı sessiz film gişede büyük bir hasılat da yaptı ve eleştirmenlerden övgü topladı.
Türkiye’de ise, 1962-1965 yılları arasında Ayla Algan, tiyatro sahnelerinde Hamlet’e hayat verdi. 1976’da Metin Erksan’ın yönettiği “İntikam Meleği / Kadın Hamlet” adlı filmde Fatma Girik, Hamlet’i canlandırdı.
Frances de la Tour, 1979’da Londra’daki Half Moon Tiyatrosu yapımı oyunda Hamlet’i canlandırdı. Ünlü İngiliz oyuncu Michael Billington, bu performansı “Sert, yıkıcı, erkeksi ve ateşli” sözleriyle yorumladı.
1982’de Amerikalı oyuncu Diane Venora, Joseph Papp’ın yönettiği “Hamlet”te “kıvrak, karanlık, atletik ve agresif bir Hamlet” portresi çizdi.
Broadway’in ünlü oyuncu ve yönetmenlerinden Ruth Mitchell, 1992’de Croydon’daki Warehouse Tiyatrosu’nda sahnelenen ve tüm oyuncuları kadınlardan oluşan “The Roaring Girls Hamlet” oyununda Hamlet’i canlandırdı.
Alman oyuncu Angela Winkler, 2000 yılında Edinburgh Festivali’nde Hamlet’i oynadı. The Guardian yazarı Michael Billington bu performansı “Yüzeysel bir erkekliği benimsemiyor; bunun yerine Hamlet’in duygularını kendi kişiliğine çekiyor” sözleriyle övmüş, “Kadınların Shakespeare’in sorunlu kahramanındaki duygusal derinlikleri iletmek için daha donanımlı olduğunu” söylemişti.
2014’te Hollandalı aktris Abke Haring, Avrupa’nın en önemli tiyatro yönetmenlerinden Guy Cassiers’in oyunu “Hamlet Hamlet’e Karşı”da Danimarka prensini oynadı.
İngiliz oyuncu Maxine Peake, 2014’te Manchester’daki Royal Exchange tiyatrosunda Hamlet rolüyle övgü dolu eleştiriler aldı. Eleştirmen Susannah Clapp, “O, neredeyse cinsellik öncesi, havalı ve genç kız havası olmadan süzülen, striptizci bir prens,” diye yazmıştı.
Olivier Ödüllü İngiliz aktris Michelle Terry, 2018’de sanat yönetmenliğini de yaptığı Shakespeare’s Globe’da Hamlet’i canlandırdı.
2018’de Dublin Tiyatro Festivali’nde Yaël Farber’in yönettiği oyunda, Hamlet’i Oscar adayı Amerikalı aktris Ruth Negga oynadı.
İngiliz oyuncu Tessa Parr, 2019’da Leeds Playhouse Tiyatrosu’nda Hamlet’i oynadı. Hamlet’in tamamen kadın olmasına izin verildiği bu uyarlama, eleştirmenlerden çok da iyi yorumlar toplamadı.
Şimdilik sahnede Hamlet’i en son canlandıran kadın oyuncu Cush Jumbo oldu. “The Good Wife” dizisiyle de tanınan aktris, 2020’de Londra’daki Young Vic Tiyatrosu’nun Hamlet uyarlamasında başroldeydi.
“Onun büyüsünü, filmlerini göstermekten başka nasıl tarif edebiliriz ki?” Mart ayı boyunca Pazar günleri Kundura Sinema’da canlı müzik eşliğinde gösterilecek Sinemanın Öncü Kadınları: Asta Nielsen programının küratörü Pamela Hutchinson’ın kaleminden ‘Die Asta’!
Asta Nielsen sessiz film döneminin en büyük kadın oyuncusuydu. Aynı zamanda çok ünlüydü, ilk uluslararası film yıldızlarından biriydi. Dünyanın dört bir yanından seyirciler; ihtişamın, modernliğin, sofistikeliğin, kültürün ve çift cinsiyetliliğin simgesi olarak ona tapıyorlardı. Ama tüm bunları söylemesi kolay. Asta Nielsen’in çığır açan sinema kariyerini tüm görkemiyle anlayabilmek için, onu bir yıldıza dönüştüren filmleri ve içlerinde en muhteşemleri de olan, bir yıldıza dönüştüğü için yaptığı filmleri görmemiz gerekir.
Nielsen 1881’de Kopenhag’ın işçi sınıfı semtlerinden birinde doğdu. Ciddi anlamda yoksulluk içinde büyüse de hayali hep sahneye çıkmaktı. Çok genç yaşta bir çocuğu oldu ama çocuğun babasıyla evlenmeyi reddetti – o, başka bir hayatın hayalini kuruyordu çünkü. Bir oyuncu olarak iş buldu, ancak Danimarka sahnesi ona arzuladığı fırsatları sunamıyordu; bir arkadaşı ona, yeteneklerinin boyutunu tiyatro dünyasına göstermesi adına birlikte bir film çekmeyi önerdiğinde de, Nielsen bu fırsatı hiç düşünmeden kabul etti.
Bahsi geçen arkadaş, 29 yaşındayken Nielsen’ın sinema kariyerini başlatan ilk kışkırtıcı filmi The Abyss/Uçurum‘un (1910) yazarı ve yönetmeni Urban Gad‘dı. Gad, Nielsen’ın sinema alanında ortak iş ürettiği ilk kişiydi ve bir süre sonra ilk eşi de oldu. Nielsen’in sinemaya ilk adımında yarattığı etkiyi anlamak için, şehvetiyle kötü nam salmış Gaucho dansını sergilediği, duygusal açıdan yoğun bu filmi de gösteriyoruz. El değmemiş bir yeteneğe sahip olan Nielsen’ın hiçbir utangaçlığı yoktu ve kameranın bakışıyla anında bağlantı kurabiliyordu. Filmde kimsenin yapamadığı şekilde duyguları harekete geçirebiliyordu. Filmin yürek parçalayıcı finali çekildiği sırada stüdyodan geçen Danimarkalı yönetmen Benjamin Christensen’ın Asta’nın performansını izlemek için duraksadığı ve “İşte şimdi sinema sanata dönüştü” dediği söylenir. Nielsen, modern kamera önü oyunculuğunu icat etme misyonuna, vazifesi ve arzusu arasında sıkışıp kalmış bir kadının bu ham tasviriyle başladı.
Uçurum’u, Danimarka’da çektiği ilk filmlerinden bir diğeri olan ve Nielsen’ın büyüleyici bir performans stilini, herkesten farklı ve cazibeli bir estetik anlayışını ve melodram türündeki hâkimiyetini nasıl bu kadar çabuk geliştirdiğini ortaya koyan The Black Dream / Kara Rüya (1911) melodramı ile birleştiriyoruz. Bu filmde biri genç ve yakışıklı, bir diğeri yaşlı, zengin ve son derece kıskanç olan iki talibin kur yaptığı bir sirk sanatçısını oynuyor. Asta’nın karakteri, gerçekten sevdiği adamı kurtarmak için her yola başvuruyor.
Nielsen’in yaramaz bir yanı da vardı; bunu anlatabilmek için de, filmlerinin pek çoğunu çektiği Almanya’ya taşındıktan sonra yaptığı, ezber bozuculuğuna rağmen çok popüler de olan cross-dressing komedilerinden birkaçını da gösteriyoruz. Zapata’s Gang / Zapata’nın Çetesi’nde (1913/14), bu sefer İtalya’da gerçek mekânlarda çekimleri olan bir oyuncuyu canlandırıyor. Birtakım haydutlar oyuncuların kostümlerini çalınca, Asta doğaçlama yapmak zorunda kalır ve öyle ikna edici bir hırsız kral olur ki, bir kadın hayranı bile olur.
The ABC of Love / Aşkın Alfabesi’nde (1916), sevgilisinin erkeksi olmamasından yakınan ve ona centilmen bir sevgilinin nasıl davranması gerektiğini göstermek için son derece şık bir frak giyerek erkek kılığına giren ve bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalan genç bir kadını canlandırıyor. Weimar sinemasında birçok kadın oyuncu karşı cinsten karakterleri canlandırmış olsa da, Nielsen muzip enerjisi ve ince, çarpıcı fiziği ile en başarılı olanlardan biriydi.
Nielsen’in oğlan çocuklarını hatırlatan halinin en dramatik ifadesi, Hamlet‘in (1921) gösterişli, uzun metrajlı bir uyarlaması olan başyapıtında kendini gösterir. Bu filmin, orijinal metnin dışına çıktığı en büyük durum, diyalog olmadan Shakespeare oynamak değildi. Nielsen tahta çıkma sırasını korumak için hayatı boyunca asıl cinsiyet kimliğini gizleyen, Danimarka prensi taklidi yapan bir prensesi canlandırıyor. Bu versiyonda, Hamlet’in Danimarka sarayında kendini yalnız hissetmek için özel bir nedeni vardır ve bilhassa Ophelia ve Horatio ile olan ilişkileri, sakladığı bu sır yüzünden karmaşık bir haldedir.
Bu filmden sonra Nielsen’in muhteşem performansına asla aynı gözle bakamayız. Genç bir (kadın) varis rolünde siyah taytı ve peleriniyle ikonik bir görüntü çizer. Close-Up dergisi’nin ifadesiyle de, ”siyah saplı, beyaz bir çarkıfelek”tir. Nielsen sanki bu rolü oynamak için yaratılmıştır. Trajedilere yaraşır düzeyde etkileyici bir yas tasviri sunarken oyunun manik sahnelerinde ise komediye olan yatkınlığından güç alır.
Programı, Alman seyircilerin 1920’lerde “Die Asta” olarak benimsediği bu kadının çok özel iki filmiyle sonlandırıyoruz. 1913 yapımı uzun metrajı The Film Primadonna / Filmlerin Primadonnası’ndan geriye kalmış parçada, Nielsen’ı kendinin kurgusal bir versiyonunu oynarken izliyoruz: büyük bir yıldız, yapımcı ve aşık.
1922 tarihli ve en iyi işlerinden biri olmasına rağmen gösterimi çok az yapılmış The Decline / Düşüş’te ise, Nielsen, kendini aşk için mahveden büyük ve ihtişamlı bir yıldız rolünde karşımıza çıkıyor. Nielsen ilerleyen yıllarda, ilk dönemlerindeki ihtişamı reddetti ve beyazperdede pahalı kostümler ve ağır makyajın ardına saklanmayan, gerçek yaşında, kırılgan bir kadın olarak boy gösterdi. Düşüş’ün trajik dönüm noktası gibi birçok sahnede, onu yıldızlığa taşıyan sınırsız ve su götürmez yeteneğini bizlere yeniden hatırlattı. Bu filmde hem film yıldızı ve oyuncu, hem de aşık ve trajedilerin kadını rollerine giriyor ve kendi hayatının onu fakirlikten zenginliğe taşıyan imkânsız gidişatını tersine çeviriyor. Kariyerindeki en güçlü performanslarından biri kesinlikle!
‘Die Asta’nın büyüsünü, onun filmlerini göstermekten başka nasıl tarif edebiliriz ki? Yalnızca kelimelerle olacak iş değil. Macar eleştirmen Béla Belász’a göre, Nielsen’ın filmlerdeki performansı başlı başına yeni bir dil üretiyordu: “Sinematografideki gelişmeler ilk jest sözlüğümüzü bir araya getirmemize olanak sağladığında, Asta Nielsen’in jest konusundaki kelime haznesinin boyutlarını tartabilecek konumda olabileceğiz”.
‘Asta Nielsen’ın Alfabesi’ni öğrenmek için bize katılın.
Pamela Hutchinson: İngiltere’nin güney kıyısında yaşayan bağımsız eleştirmen, küratör ve film tarihçisidir. Sight and Sound, Criterion, Indicator, The Guardian ve Empire gibi yayınlara yazıyor ve düzenli olarak BBC Radyo’ya yorumlarıyla katılıyor. “Pandora’s Box” ve yakında yayımlanacak “BFI Film Classics on The Red Shoes” kitaplarını yazmış, çoğu sessiz film üzerine hazırlanmış birçok derlemede denemeleri yayımlanmıştır. BFI Southbank için “Marlene Dietrich: Falling in Love Again” ve “In the Eyes of a Silent Star: The Films of Asta Nielsen” film programlarının küratörlüğünü yapmış; Christina Newland ile birlikte, ülke çapında gösterilen “Pre-Code Hollywood: Rules are Made to be Broken” adlı tur programını hazırlamıştır. Halen Sight and Sound’un Haftalık Film Bülteni’nin editörlüğünü yapmakta ve sessiz sinemaya dair geniş bir külliyat sunan web sitesi SilentLondon.co.uk‘a devam etmektedir.
Erken sinemanın ilk uluslararası yıldızı Danimarkalı oyuncu ve yapımcı Asta Nielsen’ı keşfe ve hatırlamaya davet eden “Sinemanın İlk Divası: Asta Nielsen” adlı sessiz film seçkisi, 1921 yapımı “Hamlet” ile Kundura Sinema’da başlıyor. Nielsen’i Danimarka prensi Hamlet rolünde izleyeceğimiz film, 21 Ekim Cumartesi günü saat 16:30’da seyirciyle buluşacak. Alman Film Enstitüsü ve Film Müzesi (DFF) tarafından restore edilmiş kopyasıyla gösterilecek 102 yaşındaki bu kült film, caz efsanesi Okay Temiz’in canlı müziği eşliğinde perdede yeniden hayat bulacak.
Beyazperdenin ikinci ‘kadın Hamlet’i
Svend Gade ve Heinz Schall’in birlikte yönettikleri “Hamlet”, William Shakespeare’in ünlü oyun karakterinden ve Edward P. Vining’in 1881 tarihli “The Mystery of Hamlet” adlı kitabından esinleniyor. Annesinin taht entrikaları yüzünden erkek kılığına girmeye zorlanan bir prensesin hikâyesini konu alan film, Horatio’ya gizli tutkusu olan ve aşkı için Ophelia ile rekabet eden sıradışı bir Hamlet portresi çiziyor. Sarah Bernhardt’tan sonra beyazperdede Hamlet’i canlandıran ikinci kadın oyuncu olarak da tarihe geçen Asta Nielsen, dokunaklı performansıyla büyülerken, siyah taytı ve peleriniyle sinemanın en ikonik karakterlerinden birini yaratıyor.
Dünyaca ünlü caz müzisyeni Okay Temiz’in canlı performansı eşliğinde 21 Ekim Cumartesi günü saat 16:30’da gösterilecek “Hamlet”, film ve müzik tutkunları kadar tiyatro meraklılarını da Kundura Sinema’ya bekliyor.
Asta Nielsen was the greatest actress of the silent film era. She was hugely famous too, one of the first international film stars. Audiences around the adored her as an icon of glamour, modernity, sophistication, culture and androgyny. But it is very easy to say these things. To share the glories of Asta Nielsen’s groundbreaking career on film, we have to show the films that made her a star, and the films that she made because she was a star, the most wonderful of them all.
Nielsen was born in a working-class district of Copenhagen in 1881. She grew up in serious poverty, but she dreamed of a life on the stage. She had a child when she was very young, but refused to marry the father – she dreamed of a different life. She found work as an actress, but the Danish stage could not offer her the opportunities she craved, so when a friend suggested that they make a film together, to show the theatre world the scale of their talent, Nielsen jumped at the chance.
Her friend was Urban Gad, writer-director of Afgrunden/The Abyss, Nielsen’s incendiary debut, which launched her film career when she was 29 years old. He was her first collaborator in the cinema and he would become her first husband too. We are showing this emotionally intense drama, in which Nielsen performs her notoriously sensual Gaucho dance, to show the impact she made in her first film. Nielsen has a reserve of untapped talent, a lack of inhibitions and an instant connection with the camera’s gaze. She could evoke emotion on film like no one else. Walking through the film studio as Asta shot this film’s heartrending finale, the Danish director Benjamin Christensen is said to have paused to watch her perform and say: “Now, cinema is an art.” Nielsen began her mission to invent modern screen acting with this raw portrayal of a woman caught between duty and desire.
We are pairing Afgrunden with another of her first Danish films, the melodrama The Black Dream, which shows how Nielsen so immediately cultivated a mesmerising performance style, a distinctly glamorous aesthetic and a mastery of melodrama. Here she plays a circus performer courted by two suitors, one young and handsome, one old, rich and terribly jealous. Asta’s character goes to extreme lengths to save the man she truly loves.
There was a mischievous side to Nielsen too, so we are showing a couple of the subversive, though very popular, cross-dressing comedies that she made after moving to Germany, where she made most of her films. In Zapatas Bande (1913/4) she, as she often did, played an actress – this time on a location shoot in Italy. When bandits steal the cast’s costumes, Asta is forced to improvise and she makes such a convincing robber king that she gains a female admirer.
In The ABC of Love (1916), she plays a young woman so dismayed by her unmanly beau that she dons male drag, a very handsome dress suit in fact, to show him how a gentleman lover should behave, with unruly consequences. Many actresses in Weimar cinema played with cross-dressing; Nielsen, with her puckish energy and slim, striking physique, was one of the most successful.
Nielsen’s boyish side found its fullest dramatic expression in her masterpiece, a lavish, feature-length adaptation of Hamlet. Playing Shakespeare without the dialogue is not the greatest liberty that this film takes with the original text. Nielsen plays the Danish prince as a princess, who has been concealing her true gender her entire life to maintain the line of succession. In this version, Hamlet has a special reason to feel isolated within the Danish court, and her relationships with Ophelia and Horatio, in particular, are complicated by her secret. You’ll never look at the Nielsen’s performance is magnificent. She cuts an iconic figure in black leggings and a cloak as the young heir(ess): Close-Up magazine decribed her appearance as “a white passion flower on a black stalk”. Nielsen appears born to play this part. She offers a moving portrayal of grief that befits the tragedy as well as leaning on her comic talents for the play’s manic scenes.
To conclude our month with the woman that German audiences in the 1920s embraced as “Die Asta”, a very special double-bill. In a fragment of a film from 1913, The Film Primadonna, we see Nielsen playing a fictionalised version of herself: the great star, producer and lover.
Then in a feature film from 1922, one of Nielsen’s best, but still rarely screened films, we see Nielsen playing a great and glamorous star who destroys herself for love. In later years Nielsen rejected the glamour of her early years and appeared on screen as an older woman, vulnerable, not hiding behind an expensive wardrobe and heavy makeup. In scenes such as the tragic climax of Der Absturz she reminds us of the immense, and undeniable talent that created her stardom. In this film she embodies both movie star and actress, lover and tragedienne, and she reverses the impossible rags-to-riches trajectory of her own life. It is one of the most powerful performances of her career.
How else can we describe the magic of Die Asta, except by showing her films? Words alone cannot do it. For Hungarian critic Béla Belász, Nielsen’s film performances spoke an entirely new language: “Only when advances in cinematography enable us to assemble our first gesture lexicon will we be in a position to gauge the extent of Asta Nielsen’s thesaurus of gestures.” I hope you can join us to learn your ABC of Asta Nielsen.
Pamela Hutchinson: She is a freelance critic, curator and film historian, based on the south coast of England. She writes for Sight and Sound, Criterion, Indicator, the Guardian and Empire and she regularly appears on BBC radio. Her publications include BFI Film Classics on The Red Shoes (forthcoming) and Pandora’s Box, as well as essays in several edited collections, mostly on silent film. She has curated film seasons including Marlene Dietrich: Falling in Love Again and In the Eyes of a Silent Star: The Films of Asta Nielsen for the BFI Southbank and the nationwide touring programme Pre-Code Hollywood: Rules are Made to be Broken, with Christina Newland. She also edits Sight and Sound’s Weekly Film Bulletin and her website SilentLondon.co.uk is devoted to silent cinema.