Genel

TIM BURTON VE DIŞLANMIŞLARIN GÖRKEMLİ DÜNYASI

Yayınlanma Tarihi

20 Mart 2023

Etiketler

Beterböcek, Edward Scissorhands, Kundura Sinema, Makas Eller, Pazar Sinema Kulübü, Tim Burton

Yazar

Beykoz Kundura

Okuma Zamanı

6 Dakika

Mart ayı Kundura Sinema ve Sahne programının kadın sanatçılarından ilhâm alarak hazırladığımız #ilhamverenkadınlar sohbet serisinin ilk konuğu, dans tutkunlarının yakından tanıdığı bir isim: Kamola Rashidova.

En son Melih Kıraç koreografisi “Eski Tören İçin Yeni Cilt”teki performansıyla bizi kendine bir kez daha hayran bırakan sanatçıya ilhâm kaynaklarını sorduk.

Doğanın sesleri: Kuş cıvıltıları, hafif rüzgarın hışırtısı, dalga sesleri gibi doğal sesleri tercih ediyorum.

Tim Burton’ın erken dönem klasiklerinden, yarattığı gotik dünyalar ve melankolik karakterleriyle öne çıkan ‘Beterböcek’ ve ‘Makas Eller’, Kundura Sinema’nın Pazar Sineması Kulübü kapsamında izleyiciyle buluşacak.

Kaan Denk*

Kariyerinin başından beri yarattığı kendine has evrenle, çemberin dışında kalmış kahramanlarının hikâyelerini genel izleyici kitlesine aktarabilmiş özel bir yönetmen Tim Burton. Tabii ki her sinemasever için bazı filmleri diğerlerinin önüne geçecek ve kimisi kişisel tecrübelerle daha özel kalacaktır. Ancak özellikle kariyerinin erken dönemlerindeki eserlere kayıtsız kalabilmek çoğu izleyici için pek mümkün değil.

Bugün hepimizin tanıdığı meşhur Tim Burton dünyası, yönetmenin 13 yaşından beri çektiği kısa metraj animasyon filmlerle inşa olmaya başlamıştı. En son bu sene Addams Ailesi’nin sevilen üyesi Wednesday’in popüler dizisinde, yapımcı ve yönetmen koltuğunda oturan Burton’ın dünyasının markalaşmış izlerini görmekse hala mümkün. Gotik kültürün karanlık öğelerini her işinde kullanan yönetmen, filmlerinde belki biraz ürperme hissi ama çoğunlukla yüksek dozda eğlence vadeder. Aslında bu yönleriyle de dikkat çeken, Tim Burton denilince akıllara gelen ve yönetmenin sinemasını özetler nitelikteki iki modern klasikten bahsetmek gerekebilir: Beterböcek (Beetlejuice, 1988) ve Makas Eller (Edward Scissorhands, 1990).

Gotik’in Renkli Yanı

Yönetmenin erken dönem kısa filmlerinde gösterdiği yetenekten etkilenen Warner Bros., 1985 yılında çıkan Pee-wee’nin Büyük Macerası’nı (Pee-wee’s Big Adventure) yönetmene teslim etmişti. Hem gişede hem de aldığı eleştirilerle başarı sağlayan ilk uzun metrajının ardındansa, en büyük Burton klasiklerinden biri için çalışmaya başlamışlardı. Beterböcek her yönüyle yönetmenle özdeşleşmiş karakteristik özellikleri barındıran, genel izleyici kitlesi için “tuhaf” kaçabilecek öyküsüne rağmen tam bir anaakım filmiydi. Tim Burton filmlerinin ürpertici ve eğlenceli olmalarının yanı sıra, bu sıfatları gölgede bırakan meşhur gotik melankolisine de ilk kez bu filmde rastlıyorduk. Neredeyse bir çocuk filmine aitmiş gibi hissettiren koşuşturmacalı bir eğlencenin altında oldukça hüzünlü bir hikâyeye de sahipti Beterböcek.

Filme adını veren ve Michael Keaton’ın canlandırdığı “poster karekterini” saymazsak, hikâyenin ana kahramanları olan genç Maitland çiftinin hazin öyküsünü izliyoruz aslında. Film, birbirine aşık genç çiftin, kendileri için büyük ama çok sevdikleri evlerinde yeni bir hayat kurarken talihsiz bir kaza geçirmesiyle başlıyor. Yürek burkan bu açılışı çok hassas bir tonla atlatan Burton, sonrasında izleyicilerini Beterböcek’in de içinde yer aldığı “öteki dünya” evrenine davet ediyordu. Maitlandların arada kalmışlığı ve artık kendilerine ait olmayan evlerini terk etmek istemeyişleri, Burton usulü dünyevileştirilmiş ahiret temsilinden doğan eğlenceyle dengeleniyordu. Halihazırda hikâyenin sahip olduğu bu akışı şaşırtıcı bir ustalıkla filme yansıtabilen Beterböcek’in asıl gotik melankolisiyse başka bir yerde gizliydi.

Filmin en sevilen karakterlerinden, Winona Ryder’ı yıldız statüsüne yükselten Lydia Deetze, daha sonra her Tim Burton filminde göreceğimiz o gotik kahramanlardan biriydi. Ebeveynleri başta olmak üzere tanıdığı kimseyle ilişki kuramayan ve çevresindeki dünyaya ait hissetmeyen Lydia’nın melankolisi, Beterböcek’te önce bir aracı, sonra da kurtarıcı rolüne dönüşüyordu. Tüm bu işlevselliğiyle filmde kilit rollerden birini oynayan karakter, aynı zamanda yönetmenin kariyerinin iyi bir temsiliydi. Dışlanmış hisseden kahramanın kendini içinde rahat hissedebileceği bir dünya yaratmanın, Tim Burton’ın hem bireysel karakterinin hem de sanatsal üretiminin imzası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

BANLİYÖDEN DÜNYAYA CANAVAR MASALLARI

Çok değil, yalnızca iki yıl sonra (araya görece büyük bütçeli bir Batman filmi sıkıştırarak) kendisinin yazdığı bir klasiğin başında görmüştük Tim Burton’ı. Yönetmenin en sevdiği edebi eserlerden ‘Frankenstein’in (ve biraz da ‘Pinokyo’nun) hikâyesini fazlasıyla hatırlatan bir noktadan yola çıkıyordu Makas Eller. Bir masal formatında şahit olduğumuz hikâye, gotik kültürün hassasiyetini tüm yönleriyle perdeye taşıyordu. Kendisini yaratan ustası, ellerini tamamlayamadan hayatını kaybedince, oldukça keskin ve makas bıçağını andıran on parmakla dünyaya gelen Makas Eller’in yapayalnız hayatına odaklanıyordu. Yine temelinde acı bir kayıp hikâyesi yatan bu melankolik dışlanmışlığın bu kez fiziksel bir gerekçesi de vardı.

Popüler kültür içindeki gotik imajı başta olmak üzere, toplum içerisinde “ucube” olarak görülen ve çemberin dışında tutulan her karakterin sahip olduğu hislere, depresif bir canavar masalıyla karşılık veriyordu Burton. İçine kapanıklığı, inceliği, masumiyetiyle fazlasıyla insani özelliklere sahip bu canavarın tek eksiği, belki de sevdiklerine dokunabilecek bir çift eldi. Bu açıdan bakınca Makas Eller’in hikâyesi, özellikle 1980’li yılların sonlarında sıkça rastladığımız, stereotiplere yaslanan Hollywood anlatılarının arasında parlıyordu. Gençlik filmleri, aksiyon filmleri ya da tüm diğer yüksek dağıtım imkanına sahip dramalarda “ucube” etiketiyle tipleştirilen ve bunun artık bir norma dönüştüğü dönemde dev bir ucube yaratmıştı. Johnny Depp’in canlandırdığı ve gotik kültürle ilgili her şeyi temsil eden Makas Eller, anaakım sinema izleyicisinde büyük bir sempati uyandırmış ve tıpkı sonunda önemli bir ders veren anonim masalların yaptığı gibi dışlanmışların hikâyesini çemberin içine dahil etmişti.

Bugün hala devam eden kariyerindeki son dönem işlerinde aynı temalara ve özellikle kendisiyle özdeşleşmiş görsel öğelere rastlamaya devam ediyor olsak da Tim Burton’ın erken dönem filmlerinin bariz bir farkı var. Apayrı bir yazının konusu olabilecek bu farklılıklarda muhtemelen dikkatleri ilk çeken ve son dönem işlerinde eksikliği hissedilen husus, Beterböcek ve Makas Eller gibi filmlerin yansıttığı ruh olsa gerek. Hassasiyetle yazılmış ve resmedilmiş bu naif hikâyeler, biraz çekildikleri dönemin biraz da taze bir sinema gözüne sahip genç Tim Burton’ın etkisiyle normalde olabileceğinden çok daha özel eserlere dönüşmüştü. Belki de bu sebeple bu iki özel filmi, dönüp dönüp izlenecek zamansız klasikler olarak anmamız oldukça doğal.

Beterböcek ve Makas Eller 8 ve 16 Nisan’da Kundura Sinema’nın Pazar Sinema Kulübü kapsamında izleyiciyle buluşacak.

*Bu yazı Altyazı‘da yayınlanmıştır.