05 Nisan 2021
1920’den 1958’e dek altmıştan fazla filme imza atan Alman sinemasının emektar yönetmeni Gerhard Lamprecht’in unutuluşa terk edilmiş filmleri, tarihin tozlu raflarından birer birer indirilip yeniden keşfediliyor. “Sessiz Drama: Gerhard Lamprecht’in Sahiciliği” seçkisi, yönetmenin 1920’lerin ikinci yarısında çektiği dört sessiz filmi izleyiciyle buluşturuyor. Dışavurumcu Alman sinemasının tüm dünyada yankı uyandırdığı yıllarda çekilen bu filmler, Almanya’da dışavurumcu estetiğe tepki olarak ortaya çıkan Yeni Nesnellik akımıyla gelişip serpilen gerçekçi damardan beslenir. Lamprecht’in geniş kitlelere hitap eden duygu yüklü, melodramatik hikayeler anlatan filmleri, Weimar dönemi Almanya’sının gündelik hayatını ve sosyo-ekonomik iklimini yansıtan gerçekçi temsillerle doludur. Adeta bir belgeselci duyarlılığıyla çağına tanıklık eden Lamprecht’in kamerasından yansıyanlar nelerdir peki?
1920’ler Berlin’inden Manzaralar
Lamprecht’in stüdyo yerine gerçek mekanlarda, amatör oyuncularla çektiği filmlerine yoğun bir mekan duygusu damga vurur. Sokakları ve binalarıyla, batakhaneleri ve gece kulüpleriyle Berlin, Lamprecht’in filmlerinde sadece bir arka plan, bir dekor olmanın ötesinde anlatının tam kalbinde yer alır. Seçkinin ilk filmi Berlin’in Kenar Mahalleleri’nde (Die Verrufenen, 1925) Lamprecht kamerasını, küçük suçluların, fahişelerin, sokak çocuklarının mesken tuttuğu kenar mahallelere çevirir. Film, Birinci Dünya Savaşı’ndaki hezimetin yol açtığı ekonomik yıkımın bedelini en ağır şekilde ödeyen en yoksul kesimlerin içinde yaşadığı sefaleti gözler önüne serer. Sokaklarda oynayan üstü başı kir içindeki çocuklar, avurtları çökmüş ihtiyarlar, barınakları dolduran evsizler girer kadraja. Bir söyleşisinde Lamprecht, Berlin’in Kenar Mahalleleri’nde rol alan figüranların bir kısmını o civardaki genelevlerden ve evsizler barınağından devşirdiğini söyler.
Seçkideki filmlerden Aramızdaki İnsanlar (Menschen Untereinander, 1926), şehrin işlek bir caddesindeki bir apartmanın sakinlerine odaklanır: Hırslı bir müsteşar ve arabayla bir yayaya çarptığı için hapse düşen karısı, bir kuyumcu, çöpçatanlık hizmeti veren bir kadın, kirayı ödemekte zorlanan yaşlı bir piyano öğretmeni… Büyük çoğunluğu orta sınıfa mensup bu sıradan insanların hayatlarından kesitler sunan film, 1920’ler Berlin’inin kent hayatına, yaşam kültürüne dair ilginç gözlemler içerir. Seçkideki bir diğer film Fenerin Altında (Unter der Laterne, 1928), sokakları dolduran kalabalıkları, tramvayların, arabaların vızır vızır geçtiği caddeleri, mağazaları ve kabare şovlarıyla capcanlı bir Berlin portresi çizerken gece hayatının ışıltısının ardındaki çirkin yüzü de gösterir. Lamprecht’in filmleri modern şehir hayatının keşmekeşini yer yer öylesine gerçekçi bir üslupla yansıtır ki Berlin: Büyük Bir Şehrin Senfonisi (Berlin: Die Sinfonie der Grosstadt, 1927) gibi şehir senfonisi türünde bir belgesel izliyor hissine kapılırız.
Ekonomik Çelişkiler
Lamprecht’in filmlerinde Weimar Almanya’sının iki farklı yüzü hep yan yanadır: Bir tarafta kenar mahallelerde açlıkla ve yoksullukla boğuşanlar, öbür taraftaysa lüks villalarda yaşayan varlıklı, imtiyazlı sınıfın üyeleri vardır. Kimi zaman Lamprecht, iki sınıf arasındaki devasa uçurumu vurgulamak istercesine yoksulların dünyasıyla varsılların dünyası arasında çarpıcı geçişler yapar. Sözgelimi seçkideki filmlerden Gayrimeşru Çocuklar’ın (Die Unehelichen, 1926) açılış sekansında bir malikanenin gösterişli bahçesinde midillilerin çektiği at arabasına binen zengin çocuklarını görürüz ilkin. Akabinde kamera, bahçeyi çevreleyen tellerin ardından büyük bir ilgiyle onları izleyen gayrimeşru çocuklar Peter’la Lotte’ye keser. Lamprecht, filmlerinde Weimer Almanyası’ndaki ekonomik eşitsizliğe dikkat çekmekle kalmaz, orta sınıftan herhangi birinin varını yoğunu yitirip sefalete düşmesinin çok uzak bir ihtimal olmadığını da gösterir. Berlin’in Kenar Mahalleleri’nde yalan beyan vermekten hapse düştükten sonra bütün kapılar yüzüne kapanan, açlıktan ve sefaletten intiharın eşiğine gelen Robert adlı mühendisin durumu, savaş sonrası tavan yapan enflasyonun, işsizliğin ve ekonomik buhranın gölgesinde yaşayan orta sınıfın yoksullaşma, işini, evini, saygınlığını kaybetme korkularını yansıtır.
“Düşmüş“ Kadınlar
Lamprecht‘in filmlerinde ekonomik sıkıntıya düşen erkekler azim, sebat ve sıkı çalışmayla belini doğrultmayı başarabilir, ne ki Lamprecht‘in “düşmüş“ kadınları o kadar şanslı değildir. Berlin’in Kenar Mahalleleri’nin iyi kalpli fahişesi Emma‘yı ve Fenerin Altında’da baba baskısı ve talihsiz tesadüfler sonucu beş parasız kalınca hayatını kazanmak için fahişelik yapmak zorunda kalan Else’yi bekleyen kaçınılmaz son hastalık ve ölümdür. Gene de Lamprecht’in filmleri büsbütün karanlık bir tonda noktalanmaz. Gerek vicdansız ve paragöz bir koruyucu ailenin insafına bırakılmış üç çocuğun hikayesini anlatan Gayrimeşru Çocuklar gerekse Berlin’in Kenar Mahalleleri‘yle Fenerin Altında bazı karakterlerin trajik ölümlerine rağmen ana akım izleyiciyi memnun edecek bir “mutlu son“a sahiptir.
Lamprecht’in düşmüş kadınların ve yoksul çocukların çektikleri acıları konu alan filmleri, ana hatları itibariyle melodramatik klişeler üzerine kuruludur. Lamprecht’in filmlerinin klasik Hollywood melodramlarından farkıysa çağının toplumsal meselelerini Hollywood filmlerinde rastlanmayacak kadar gerçekçi bir tutumla ele almasında yatar. Öyle ki hem Weimar döneminde hem sinemacıların ülkeyi birer birer terk ettiği Nazi Almanyası’nda hem de sonrasında Berlin’de kalıp film çekmeyi sürdüren ender yönetmenlerden Lamprecht’in filmlerine bakarak Almanya’nın geçirdiği dönüşümlerin izini sürebiliriz.
Coşkun Liktor
*Bu yazı ALTYAZI DERGİSİ yazarı Coşkun Liktor tarafından Kültür Blog için kaleme alınmıştır.